Anne Babaların Kendi Yeterlilikleri ile İlgili Kaygılarının Yüzyılı
Belki de yaşamın en zorlu sorumluluğu anne ya da baba olmaktır.
21. yüzyıl “anne babaların kendi yeterlilikleri ile ilgili kaygılarının yüzyılı” olarak da anılıyor.
Belki de yaşamın en zorlu sorumluluğu anne ya da baba olmaktır.
21. yüzyıl “çocukluğun yüzyılı” şeklinde anılıyor. Bunun nedeni, daha öncesinde çocuk ve yetişkin diye bir ayrım olmaması ve günümüz modern çocuk yetiştirme yöntemlerinin bu çağda kullanılmaya başlanmasıdır.
Ama aynı zamanda “anne babaların kendi yeterlilikleri ile ilgili kaygılarının yüzyılı” olarak da anılıyor (Onur, 2012).
Gerçekten de duygusal, entelektüel, sosyal ve maddi açıdan yeterli olmaya uğraşıyoruz. Sunduğumuz olanakları gözden geçiriyor, daha fazlasını yapıp yapamadığımızı ve eksik kalanları değerlendiriyoruz. “Yemiyor, yediriyoruz” kısmını çoktan geçtik. Yedirsek bile endişeliyiz. Sonuç: Yaptıklarımız, yapamadıklarımızdan hep daha az sanki?
Belki çocuklar konu olduğunda, şüphesiz hep daha iyisini istemekle meşgulüz. Ama bu çok çelişkili değil mi? İki örnek:
“Bizim yaşadığımız zorlukları onlar yaşamasın, ama zorluklarla mücadeleyi bilsinler.”
“Duygusal olmasınlar ama kendilerine güvenli olsunlar.”
Ama nasıl olacak, insan görmediği bir problemi çözemez ki? Hem güçlü ve dayanıklı olmalarını isteyip hem de sokağa bırakmazsak bu özellikleri nasıl edinecekler? Ya da duygusal olmamaları, ama güven duygusunu dibine kadar yaşamaları nasıl mümkün olacak?
Bunlar insanı aşan tarifler sanki.
Ailelerin en önem verdikleri konuların başında kendine güven geliyor. Şüphesiz haklılar. Güven duygusu, korku, utanç ve kaygı gibi olumsuz duyguların panzehri.
İnsan kendisine ve içinde bulunduğu ortama güvendikçe; üretken, yaratıcı ve iyi ilişkiler içinde olan bir bireye dönüşüyor.
Ancak kendine güvenin yeşerdiği ortam, zorlukların olmadığı bir ortam değil. Tam tersi zorlukların sağlıklı bir şekilde nasıl aşılabildiğinin öğrenildiği bir ortam.
İnsanların zaman zaman anlaşamamalarına rağmen nasıl yan yana devam edebildiklerini öğrendiğimiz zaman hoşgörü kazanıyoruz.
Hayal kırıklığı içindeyken kimlerden destek alınacağını öğrenince, zor durumlarda devam etme gücü bulabiliyoruz.
Üstelik bu öğrenme şekli, “Bak evladım….” gibi konuşarak anlatmak şeklinde değil de, var olan ortamın bir parçası olunduğunda kazanılıyor. Tıpkı gülerken bir mimiğimizin ya da yürüyüşümüzün, aile büyüklerinden birine benzemesi gibi öğrenilen bir şey. Hiç kimse bize, ses tonunu nasıl kullandığını ya da nasıl yürüdüğünü göstermedi. Ama biz öğrendik ve tıpkı onlar gibi yapabilmeyi biliyoruz.
Diğer bir deyişle, kendine güvenmek sadece çocuğun tek başına üretebileceği bir durum değil. Anne baba çocuk ilişkisinin bir ürünü.
Bunun için önce ortam, kendi içinde güvenli olacak. Ortamın güvenli olması, mutlu bir peri masalını tarif etmek değil. Birbirlerinin seslerini duyabilmek, bunun için çaba harcamak, olumlu ve olumsuz her koşulun insana özgü olduğunu unutmamak demek. Çocuk da bu ortamda güven duygusunun nasıl kazanıldığını ve sürdürmek için neler yapabileceğini öğrenecek. Rutubet gibi çocuğun iliklerine sızacak.
Birbirinin sesini duyabilmek, üstelik de bunun için çaba harcamak, kulağa son derece klişe gibi gelse de oldukça zor kazanılan bir beceri. Çünkü hoşumuza giden sesleri duyduğumuzda sorun olmuyor genelde. Ancak sesler çatlak ya da kulağımızı tırmalayan biçimde olduğunda işler değişiyor.
Bu seslere tahammül edebilmek gerçekten son derece zor. Ancak anne babalık ya da büyüklük tam da bu demek.
Olgunluk. Hoşuna gitmese bile duymaya çalışmak, kendisi gibi davranmasına izin vermek. Okurken hala çok klişe geldiğine eminim. Bazı toplumların bunu yapabilmek için yüzyıllar harcadığını düşünürsek, bizim acemiliğimiz çok makul.
Tecrübelerim, bana anne babaların sesin nerede çatladığını, nerede kulak tırmaladığını duymak da ve nobranca ifade etmek de çok ustayken, bunu nasıl ifade ettikleri konusunda çok acemi olduklarını düşündürüyor. Çocuklar söz konusu olduğunda, her tür acı söz ve davranış mübah. Zaten onun iyiliği için söyleniyor!
Gerçekten böyle mi?
İleride çocuğumuz konuyu hatırlamayacak muhtemelen, sadece hissedilen telaşı ya da yetersizliği hatırlayacak.
Sanki çocuk bir kez hata yaparsa hep arkası gelecek, hata yumağına dönüşecek. Ödevini bir kez aksatırsa ya da bir gün okula gitmek istemezse, hayat boyu sorumluluklarını yerine getiremeyecek gibi telaştayız.
2-3 yaşındaki çocukların anne babalarının kurallara ilişkin nutuklarından çok sıkıldıklarını söylemeye gerek yok. Ya da saha kenarından nasıl gol atacağını bas bas bağıran babasına gözü takılan bir çocuğun, dikkatini veremediği için gol atamayacağı da bir gerçek.
Dolayısıyla ailelerin ve toplumun, çocukların kendine güvenlerinden söz ederken, kendilerine de eşit oranda pay biçmeleri, anne babaların da kendi kaygılarını yatıştırmaları adına önemli olacaktır.
Kaynak: Onur, B. (2012). Çocukluğun ve Çocuk Yetiştirmenin Tarihi (19-61). Ana Babalık: Kuram ve Araştırma (Ed. M. Sayıl & B. Yağmurlu). İstanbul: Koç Üniversitesi.
KAYNAK: https://cigdemkudiaki.com/anne-babalarin-kendi-yeterlilikleri-ile-ilgili-kaygilarinin-yuzyili/